SEPETÇİOĞLU HAKKINDA

MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU'NA BORCUMUZU ÖDEYEBİLECEKMİYİZ ?

Kutlay DOĞAN
Türk Haberler Ajansı
Genel Müdürü


Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu keşke daha erken tanımış olsaydım.

Hani bir söz vardır: “Yiğidin namını duy, fakat kendisini tanıma” derler. O, istisna idi. Zaten müstesna insanları hiçbir genel lemenin içine sokamazsınız.

Uzaktan bakınca bir tepecik gibi görünür, ama yaklaştıkça devasa bir dağa dönüşür onlar.

Ve tanımış olmaktan onur duyduğunuz kişiler listesinin birinci sırasına yükselirler.

Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu tanıyabilmek için mutlaka onunla yüz yüze gelmek, karşılıklı oturup konuşmak gerekmezdi. Her biri birbirinden değerli kitaplarını ve yazılarını okumak da yeterliydi.

Benim onunla tanışıklığım da öyle başlamıştı.

O’nun “Kilit, Anahtar, Kapı, konak, Çatı” adlarını taşıyan kitap serisini çok eski yıllarda okumuş ve tadına doyamamıştım.

Tadına doyamadığınız kitapları (günlük gelişmelerin de zorlaması ile) tekrar okumak ihtiyacını duyarsınız. Özellikle son yirmi yılda “Millet” ya da “Ulus devlet” olma ruh ve şuurunun giderek erozyona uğradığını görünce, tutunacağım tek dal elbette Sepetçioğlu Hoca’nın kitapları olacaktı. 

Issız çöllerde susuzluktan dudağı çatlamış bir yolcu gibi kana kana ve tekrar tekrar okudum Sepetçioğlu’nun kitaplarını. Sadece okumakla yetinmedim, kitap serisinden 20 takım alarak, genel müdürlüğünü yaptığım kurumdaki genç gazeteci arkadaşlarıma da dağıttım ve onlara dedim ki:

“Bir hafta içerisinde lütfen herkes ‘Kilit’i okusun. Bir hafta sonraki sabah toplantısında bu kitabı üslup, içerik ve fikir yönünden tartışacağız. O tartışmada kitabı kimlerin okuyup, kimlerin okumadığı da ortaya çıkmış olacak.”

Daha sonra serinin diğer kitaplarını da okumalarını rica ettim her hafta bir kitabı enine boyuna tartıştık.

Serinin 4. kitabından sonra genç gazetecilerde belirgin değişikler görülmeye başlandı. Bazılarının şevki arttı, çalışma ve üretme temposu yükseldi. Dünyaya hayata ve işe daha iyimser gözle bakar oldular. Kendilerine güvenleri arttı. Çalışmanın ve üretmenin en büyük erdem olduğunun bilincine vardıklarını gözlemledim.

İstanbul’daki evinde bir sohbetimiz sırasında bu gözlemimi Sepetçioğlu Hoca’ya anlattım. Yüzünde çok tatlı bir mutluluk belirmesine rağmen, mahcup bir tavırla sordu:
“Peki, sizce nedir bunun sebebi?”

“Hocam” dedim, “Serinin özellikle ilk kitaplarında gençleri etkileyen müthiş bir ‘Selçuklu Ruhu’ var.”

Ben daha cümlemi bitirmeden, o sırada mutfakta olan değerli eşi Muazzam Hanımefendi’ye, “Hanım hanım, gel bak Kutlay Bey ne diyor” diye seslendi ve bana dönerek ekledi:

“Evet doğru söylüyorsun, o kitaplarda Selçuklu ruhu var.”

Yazmaya adanmış bir ömür

Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu anlatmak o kadar zor ki.

Çok genç yaşta yazmaya başlayan Sepetçioğlu’nun ilk hikayeleri Sivas’ta çıkan Hakikat Gazetesi’nde 1948 yılında, yani henüz 16 yaşında iken yayımlanmaya başladı. Hikayeleri daha sonra İstanbul, Yol, Türk Yurdu, Türk Düşüncesi, Su, Türk Sanatı, Bilgi, Toprak ve Türk Edebiyatı dergilerinde yer aldı.

Sepetçioğlu Hoca için yazmanın sınırı yoktu. Ama o, günümüzün birçok ünlü yazarı gibi eften püften şeyler yazmıyor, Türk’ün onurlu tarihini uydurma aşk ve seks öyküleri ile kirletmiyor, hayali kahramanlar yaratmıyordu.

“Çağlayan Vadi” adlı romanı 1967-1971 yılları arasında Vatan Gazetesi’nde tefrika edildi. “Nehir roman” denilebilecek bir grup romanında Malazgirt Zaferi’nden başlanarak Osmanlı’nın Fetret Devri’ne kadar Türk tarihi konu alınırken, diğer kitap ve romanlarında günümüz Türkiye’sinde yaşanan toplumsal değişim ve sonuçları, güçlü bir mantık süzgecinden geçirilerek analiz ediliyordu.

Sepetçioğlu Hoca aynı zamanda yetkin bir oyun yazarıydı. “Trampacılar” adlı oyunu 1968 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenmişti. Oyun yazarlığında en başarılı eseri olan “Büyük Otmarlar”, önce İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nca 1968’de sahneye konulmuş, ardından bir yıl sonra Avrupa Üniversitelerarası Tiyatro Festivali’nde “En İyi Oyun” seçilmişti.

Merhum Sepetçioğlu, “Çardaklı Bakıcı” adlı oyunu ile MEB Ödülü’nü, “Gece Vaktinde Gün Dönümü” ve “Karanlıkta Mum Işığı” adlı eserleriyle Türkiye Milli Kültür Vakfı 1980 Kültür Armağanı’nı, “Ve Çanakkale 3 / Dönüler” adlı eseri ile Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1980 Yılın Romancısı Ödülü’nü kazandı. 1994 yılında kendisine İLESAM Üstün Hizmet Beratı verildi. 1998’de Atatürk Dil-Tarih Kurumu Şeref Üyeliği’ne seçildi.

O’ndaki yürek yangısı

2004 yılındaki bir sohbetimizde, Mustafa Necati Sepetçioğlu Hoca’nın henüz sürekli sarı basın kartı sahibi olmadığını öğrenmiştim.

Bu, haksızlıktı.

Gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve hayatı boyunca iki satır yazı yazmayanlar bile, herhangi bir yayın organının kadrosunda gösteriliyor ve yasa boşluklarından yararlanarak sarı basın kartı alabiliyorken; ömrünü yazmaya adamış, 1952 yılından beri yazarlık ve gazetecilik yapmış, gazete ve dergilerde binlerce makalesi, araştırması, dizi yazısı yayınlanmış ve birbirinden değerli 52 kitaba imza atmış Mustafa Necati Sepetçioğlu’na nasıl olur da sürekli sarı basın kartı verilmezdi?

Ankara’ya dönünce, önce Hoca’nın 1952’den bu yana gazetelerde yayınlanmış yazı ve tefrikalarının birer kopyasını Milli Kütüphane’den buldurdum. Sonra bunları Başbakanlık Basın – Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne vererek Sepetçioğlu Hoca’nın henüz sürekli basın kartı olmadığını söyledim. Benim yakın takibim ve Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Basın Kartları Komisyonu’nun da ilgi ve yardımları sayesinde Hoca’nın sürekli basın kartının çıkarılarak adresine gönderilmesini sağladım. 

Genel Müdürü bulunduğum kurum tarafından her yıl güncellenerek 7 ayrı dilde basılan Türkiye Tanıtım Kitabı’nı hazırlama kuruluna “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı” bölümünde diğer yazar, şair ve edebiyatçılarımızla birlikte M. Necati Sepetçioğlu Hoca’dan, eserleri ve aldığı ödüllerden söz edilmesini tavsiye ve rica ettim. Bu tavsiyem kurul tarafından kabul görerek Sepetçioğlu Hoca da kitaba alındı.

Mustafa Necati Sepet.ioğlu, Türk milli kültürüne birbirinden değerli eserler kazandırmış; kitapları, makaleleri ve araştırmaları ile bir nesle hocalık yapmıştı. Benim yaptığım, Hoca’nın emekleri ve fedakarlıkları yanında elbette solda sıfır gibi kalırdı. Ne yapsak O’na borcumuzu ödeyemezdik. Ama benim aziz Hocam, vefa duygusundan kaynaklanan gayretimi karşılıksız bırakmayacak kadar kibar ve mütevazıydı. El yazısıyla dört sayfalık bir mektup göndererek, teşekkür etme nezaketini esirgemedi.

Mektubun birinci sayfasında Hoca’nın beni çok etkileyen bir cümlesi vardı. Kendimi görevlendirerek yardımına koşmamdan son derece mutlu olduğunu söyleyen Hoca, “Bir de hele kendiliğinden kendini görevlendirerek yardımıma koşulması, tarifi imkânsız güvenler veriyor bana. Galiba sol denilen cemaat / aşiret sürüsünün yazıcısını çizicisini sahiplenmesi karşısında yıllardır bir yalnız seyirci olmanın yürek yangısı yüzünden olsa gerek” diyordu.

Bu bir yakınma idi elbette. Bu, yalnız bırakılmaya isyan idi.

Ama Mustafa Necati Sepetçioğlu yine de şikayetçi değildi.

Çünkü O’nun şöhrette, makamda mevkide, malda mülkte, parada pulda gözü yoktu.

Medyada bugün bir köşe yazarının 75 bin dolar aylık aldığı, patronunun ihale işlerini takip eden veya tetikçiliğini yapan gazetecilerin lüks villalarda yaşadığı, Türk düşmanı yabancı vakıf ve kuruluşlara hizmet eden yazarların milyon dolarlar kazandıkları bir ülkede Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun oturacağı tapulu bir evi bile olmadan Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu düşünün…

Gece gündüz demeden 54 yıl gazetecilik yapmanın, her biri birbirinden değerli 52 eseri Türk milli kültürüne armağan etmenin, binlerce makale ve araştırma hazırlamanın ödülü bu mu olmalıydı?

Milliyetçi vatanseverlerin Mustafa Necati Sepetçioğlu’na ödenmemiş borçları var. Bu borcu ödemek elbette kolay değil. Ama O’nun adını ve eserlerini yaşatma yolunda gösterilecek her gayret, bu borcun hiç değilse küçük bir bölümünün ödenmesini sağlayabilir.


 

 

Not: Yazdığı mektubun bir sayfasını aşağıda bulabilirsiniz.

 

Sevgili Kutlay Doğan Kardeşim,

Sağ kolum ve elim, henüz eski gücüne erişemediyse de bu mektubu tamamlayacağım, teşekkürlerimi sunacağım. Çünkü bütün ömrümde yüzlerini hep merak ettiğim, fakat hemen hemen hiç göremediğim okuyucularım arasında, kendiliğinden yardımıma koşup gelensin, unutmam imkansız.

Dün lutfettiğin kitaplarla birlikte pek de ummadığım, sadece senin gayretlerin ve beni onurlandıran azmin sayesinde bir sürekli basın kartına sahip oldum. “Pek mi önemliydi? “ denilebilir elbette, lakin ben bu küçük sanılan “sahipliklere” sahip olmaktan hoşlanıyorum. Bir de hele kendiliğinden kendini görevlendirerek yardımıma koşulması, tarifi imkansız güvenler veriyor bana. Galiba sol denilen cemaat aşiret sürüsünün yazıcısını çizicisini sahiplenmesi karşısında yıllardır bir yalnız seyirci olmanın yürek yangısı yüzünden olsa gerek.

Sürekli basın kartı edinmem için yoruluşuna bu bakımdan teşekkür etmemi çok görme, bence azdır.

Ayrıca , ve yetmiyormuş gibi o güzelim, ve elbette çok değerli olan o kitaplarda bana da yer açabilmen için sarfettiğini çok iyi hissettiğim çabaların borcunu ödeyebilmem mümkün mü? Teşekkürler yetmez. Lakin o yabancı dillere, kim bilir nice cesaretler karşılığında yerleştirilmiş adım, en azından emek, duygu, ve ömrümü yıpratan azim, yorgunluklarımı helal etmemi sağladı. Ve sebebi ve yaratıcısı sensin bilmeni isterim; minnettarım.

Paylaş